Bu üçü bütün bir gecenizi mahvedebilir, ne kadar muhteşem ifadeler kullanıldığına hayret edebilirsiniz. Sanırım Steven Wilson insan olmak için fazla iyi.
Assassin's Creed Revelations nete düşmüş.Konuyla alakadar olan herkes muhtemelen çoktan haberdar olup indirmiştir bile.Yeni yeni bağımlılıkların yolda olduğu belli, fakat şu an oyunla ilgili tecrübe ettiğim tek şey soundtracki :
Oyunlardan pek bahsetmiyorum genelde, fakat müzikler deyince geçenlerde rastgeldiğim morrowind ve skyrim soundtrackleri oldukça dikkat çekiciydi, Sydney'den iki tane genç hanımın yaptığı bir potpori çalışması aşağıda :
Elder scrolls serisini hiç oynamadım. Fakat son iki gündür içimde tekrardan alev almış olan (müziklerin katkısı kesinlikle yadsınamaz) fantastik kurgu tutkusu büyük bir açlığı ortaya çıkardı. Oyunun son çıkan bölümü skyrim ise tamamen iskandinav temalı olmasından dolayı bu iki tutkumu birleştiriyor. Şöyle de bir fragmanı var:
Öyle işte, o değil de game of thrones başlasa da izlesek...
Çıtırdayan ateş, rüzgar, kuşlar, akustik enstrümanlar... Tüm bu sesler birleşince aklıma bir tek "kaiku" geliyor, istemsiz olarak kıskanıyorum, dört duvar arasında, birsürü elektrikli alet ve teknolojiyi kullanarak sadece doğal olanın düşünü kurmak ironik ve acınası geliyor, kendime acıyorum, korkaklığımdan tiksiniyorum.
Moonsorrow'un başyapıtı verisakeet'in kapanış şarkısı, "kaiku". Anlamı "Yankı", doğanın yankısı. Dinleyin, belki siz de nasıl aşağılık varlıklara dönüştüğümüzün farkına varabilirsiniz.
Yine odamda karanlıkta oturup dalıp gittiğim akşamlardan biri, akşamları böyle değerlendirmeyi (kimilerine göre "değerlendirmemek" ya da "boşa geçirmek") severim eğer o son dakikaya bıraktığım ve ertesi güne yapmış olmam gereken mide bulandırıcı şeyler yoksa. Herneyse, ben böyle boşluğa dalmışken yan odadan yükselen bir ses bir anda ilgi odağım oldu, çekti beni o boşluktan. Daha sonra hemen ev arkadaşıma gidip "Ne dinliyorsun ki?" diye sordum. Yok, aslında tam olarak böyle olmadı, yattığım yerden "Ne bu lağğğn?" şeklinde bağırdım yan odaya, o da "Manegarm" dedi. Böyle oldu işte manegarm ile tanışmam, aslında üstünkörü dinlemiştim daha önce, muhtemelen bir arkadaşımın ricası üzerinedir, dikkatimi çekmemiş o kadar.
Yukarıda bahsettiğim dikkatimi çeken parça ise başlıkta da görebileceğiz ve hemen alttaki linkten dinleyebileceğiniz üzere nattvasen albümünden "I Den Svartaste Jord", özellikle şarkının 3. dakikasındaki akustik kısmın yaylılarla beraber yükselişe geçtiği bölüm, evet oraya ölebilirim galiba...
Gentle Giant - Wreck, Acquiring The Taste(1971) albümünden...
Yine uzun süre sonra tekrar dinleyip tekrar bağımlılık yaptığım şarkılardan biri, basit ve kendini tekrar eden altyapıya sahip olsa bile zihnimde canlandırdığı olaylar zinciri şarkının kısa sürdüğünü bile düşünmeme neden olabiliyor ara ara.
Bu şarkıyı ilk defa 2010 yazında Amat'ı okurken dinlemiştim ve anlattığı hikayeler benzer sayılacağından zihnimde bu iki öğe eşleşti bir şekilde. Herneyse, şarkı açık denizde batan bir geminin acı şekilde ölen tayfasını anlatıyor ama hiç de trajik sayılmayacak hatta coşkulu bile denilebilecek bir tempoda. Garip hisler vakıf oluyor bünyeye, çaresizliği, umutsuzluğu, gelmekte olan ölümün anlamsızlığını, aslında hiçbirşeyin anlamı olmadığını algılıyorsunuz, sizi o denizcilerin yerine koyuyorlar. Dudaklarınızda o acımtırak tuz tadını algılıyorsunuz ve yokluğa doğru kapılıp gidiyorsunuz...